BAŞARI ÖYKÜLERİ
Bazen birşeyleri başarabileceğimizden kuşku duyarız. ya yapamazsam!. ya bu benim yapabileceğim bir iş değilse!... bu liste uzar gider. şimdi size okutacağım hikayeler size 'ben bu işi yaparım', 'bu iş tam da yapabileceğim bir iş','o yaptıysa ben de yaparım' dedirtecek cinsten. Zaten ünlü birinin dediği gibi 'bir işi yeryüzünde yapan biri varsa bunu sizde yapabilirsiniz'. geriye bir tek o işi nasıl başaracağınız kalıyorki onuda bakın bir diğer düşünür nasıl açıklıyor: 'bir işi yapmak istiyorsan onu daha önce kimin, nasıl yaptığına bak ve sende aynını yap' evet sanırım hikayeleri okuma vakti...
---> 'KİBRİTÇİ ÇOCUK' DÜNYA DEVLERİ ARASINA GİRDİ
---> OKUYUP DA ALİM Mİ OLACAKSIN!
---> GÖRMÜYORDU,DUYMUYORDU AMA İNSANLIĞIN IŞIĞI OLDU
--->
--->
--->
'KİBRİTÇİ ÇOCUK' DÜNYA DEVLERİ ARASINA GİRDİ |
|
|
|
Son
günlerde kırılan bardak modelinin piyasadan toplatılması kararıyla
gündeme gelen İsveçli mobilya devi IKEA’nın sahibi Ingvar Kamprad da
tıpkı sattığı ürünler gibi sıra dışı bir hayat felsefesine sahip.
Yaklaşık 23 milyar dolarlık servetiyle ekonomi dergisi Forbes’un yaptığı
dünyanın en zenginleri sıralamasında 11’inci sırada yer alan Kamprad,
yaşam standartlarıyla orta direk bir memura benzer bir görüntü
sergiliyor.
Büyük servetine rağmen hala eski model bir Volvo 240 kullanan Kamprad,
hiç bir zaman birinci sınıfta uçak yolculuğunu tercih etmiyor. Bu
tutumlu tavırlarını, çalışanlarına da aşılamaya çalışan Kamprad, örneğin
personelinden boş kağıtların her iki tarafını da kullanmasını istiyor.
TUTUMLU İMAJINI KORUYOR
Elbette dünyanın en zengin kişilerinden biri olan Kamprad, parasının ve
gücünün sağladığı nimetlere de sahip bulunuyor. Ancak, en önemli
özelliklerinden biri bunlardan bahsederek, kamuoyu ve çalışanları
arasında var olan tutumlu imajını zedelememesi olarak görülüyor.
Yoksa, Kamprad’ın İsviçre’de villası, İsveç’te mülkü ve Fransa’da da
üzüm bağları bulunuyor. Birkaç yıldır lüks Alman otomobili Porsche’ye
bindiğini de belirtmek gerekiyor.
İŞE KİBRİT SATMAKLA BAŞLADI
Kamprad'ın dünyanın en zenginleri arasına girme hikayesi de oldukça ilginç.
1926 yılında güney İsviçre'de dünyaya gelen Kamprad, çocukluğunu
Agunnardy kasabası yakınlarındaki Elmtardy adlı çiftlikde geçirdi. Daha
küçük yaşta bisikletiyle çevredeki komşulara kibrit satmaya başlayan
Ingvar, kibritleri Stockholm'den ucuz fiyata toptan satın alıp onları
tek tek satıyordu. Ucuz sayılabilecek bir fiyata satmasına rağmen tane
başına yine de iyi kar etti ve kibritden sonra balık, yılbaşı ağacı
süsleri, yem ve kalemler satmaya başladı.
1943 yılında babasının ona hediye olarak verdiği nakit parayı kullanarak
IKEA'yı kurdu ve bu isim altında satış yapmaya başladı. IKEA'yı isminin
ve yaşadığı kasabayla çiftliğin isimlerinin baş harflerinden oluşturdu.
IKEA markası altında kalem, cüzdan, resim çerçeveleri, saatler
mücevherler ve naylon çoraplar sattı ve bu satışları uygun fiyatlarda
tuttu.
İki yıl sonra mobilya satışına da başlayan Kamprad, olumlu tepkiler aldı
ve çizgisini genişletmiş oldu, bunu takibeden yıllarda mobilyalar için
Almhult'da bir showroom açtı ve 1950'lerin başında tamamen ev
mobilyalarına odaklandı. Showroomun açılması IKEA'nın dönüm noktası oldu
çünkü ilk defa insanlar, mobilyaları sipariş etmeden önce onları görüp
dokunabilme fırsatı elde ediyordu.
Evli ve dört çocuk sahibi olan Kamprad, ucuz yemek hizmeti nedeniyle sık sık sahibi olduğu IKEA mağazalarını da ziyaret ediyor.
|
|
Kaynak : www.hurriyet.com.tr |
|
GERİ DÖN
|
|
|
BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ
Soğuk kış günlerinde evde ders çalışamadığı için boş zamanlarında okulda
test soruları çözerek, ÖSS Dil puanında Türkiye birincisi olan Semiha
Topal'ın ilginç bir başarı öyküsü var.
ÖSS sonuçlarının açıklandığı sırada Ordu'nun bir köy evinde telefon
çaldı. Arayan kişi dersaneden öğretmeni İsmail Ünal'dı. 'Müjde! Birinci
oldun' sözü karşısında donakalan genç kız, haberin heyecanı karşısında,
doğru olup olmadığını veya şaka yapılıp yapılmadığını anlamak için
öğretmenine üç kez yemin ettirdi. Evet, haber doğruydu. Semiha Topal,
ÖSS Dil puanında Türkiye birincisi olmuştu. Semiha, genel ortalamada 59
sorunun cevaplandırıldığı puan türünde 100 sorunun tamamını cevaplamış
ve ilave olarak da sözel bölümden 90 sorunun 88'ini bilmişti.
Semiha'nın babası Salih Bey, TEDAŞ'ta işçi olarak çalışıyor. Anne
Gülbeden Hanım, ev hanımı. Lise 2'ye giden küçük kardeşi ve yüksekokul
bitirmiş ağabeyi var. Orta gelirli bir aileye mensup. Onun ders çalışmak
için özel bir odası yok. Sobalı olan evlerinde, soğuk kış günlerinde
ders çalışamamış.
Okuyup da âlim mi olacaksın?
Ailenin tek kızı olmasından dolayı annesinin ev işlerinde sürekli
yardımcısı olan Semiha'nın ilginç bir başarı öyküsü var. Evde fazla ders
çalışamayan başarılı öğrenci, aileye maddî katkı sağlamak için yaz
dönemlerinde bölgenin geçim kaynaklarından fındık toplamak için gündelik
işçilik de yapmış. Günlüğü 7 milyon liraya fındık topladığı günleri
hâlâ unutamayan genç kızın hedefi öğretim üyesi olmak. Ailede bu derece
başarılı bir kişi çıkmadığı için, ders çalıştığı dönemlerde bazı
umutsuzluk aşılayan sözler de söylenmiş. 'Okuyup da âlim mi olacaksın?'
sözünü yalanlamak için mücadele eden Semiha, bunu bir nebze olsun
başarmış durumda.
'Sınav akşamları hiç çalışmam'
ÖSS Şampiyonu'nun ders çalışma düzeni eğitim sistemimizdeki çarpıklığı
gözler önüne sermenin yanında, gelecek kuşaklara da örnek olacak
cinsten. O, ders çalışmak için zamanının çoğunu okulda geçirmiş. Soğuk
kış günlerinde evde ders çalışamadığı için okulda boş geçen dersleri ve
araları iyi değerlendirmiş. Semiha "Sınıfımızın mevcudu azdı.
Öğretmenlerimiz de müsaade ediyordu. Boş zamanlarımın çoğunu okulda ders
çalışarak geçirdim." diyor. Türkiye birincisi, günde 10 saat ders
çalışanlardan değil, az; ama sürekli çalışanlardan. "Çok garantici
biriyim. İşi son ana bırakmam. Sınav akşamları ders çalıştığım
görülmemiştir. Derslerimi zamanında öğrenirim." diyen şampiyon,
öğrencilere yazarak ve özet çıkararak ders çalışmayı tavsiye ediyor.
Günde birkaç saat çalışan Semiha'nın başarısında sürekli test çözmenin
etkisi de görülüyor.
'Dersanemin katkısı büyük'
Derslerinde bu yıl kaydolduğu Boztepe Dersanesi'nin de çok büyük
katkısını gören başarılı öğrenci, "Önceleri yabancı dili hiç
düşünmüyordum. Anadolu Lisesi'nde ingilizce öğretmenim Şule Yenal,
avantajlarını, iş bulma oranının yüksekliğini anlattı ve beni
yönlendirdi. Sonra dersanede ilk kez açılan dil bölümüne kaydoldum.
Dersane çok iyi kaynak sağladı, ders çalışma yöntemi ve motivasyonla
beni sınava en iyi şekilde hazırladı. Onların katkısını göz ardı
edemem." diyor.
Onun hedefi şimdi büyük. 'Okuyup da âlim mi olacaksın?' sözlerini unutan
genç kız, Fatih Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü tercih
etmeyi, arkasından yurtdışında lisansüstü eğitimi alıp, Türkiye'ye
öğretim üyesi olarak dönmeyi planlıyor.
(Tuncer Çetinkaya)
| |
GERİ DÖN
Görmüyordu, Duymuyordu ama insanlığın ışığı oldu
Renklerden ve seslerden mahrum Bir Çocuk..
Tüm insanlık için insan beyninin ne büyük mucizeler yarattığının canlı
örneğiydi. Helen Keller 27 Haziran 1880 de dünyaya geldi. Ancak henüz 19
aylıkken geçirdiği birkaç gün süren yüksek ateşli bir hastalık
sonucunda görme, işitme ve konuşma yeteneklerini kaybetti. İnsanı adeta
bir kara kuyuya hapseden bu rahatsızlık dış dünyayla bağlantısını
kopardı.
Renklerden ve seslerden mahrum Bir Çocuk..
Tüm insanlık için insan beyninin ne büyük mucizeler yarattığının canlı
örneğiydi. Helen Keller 27 Haziran 1880 de dünyaya geldi. Ancak henüz 19
aylıkken geçirdiği birkaç gün süren yüksek ateşli bir hastalık
sonucunda görme, işitme ve konuşma yeteneklerini kaybetti. İnsanı adeta
bir kara kuyuya hapseden bu rahatsızlık dış dünyayla bağlantısını
kopardı.
Bir buçuk yaşını henüz doldurmuşken böyle bir güçlükle karşılaşan küçük
kızın konuşmayı öğrenmesi elbette çok zordu. Birtakım hırıltılar
çıkarıyordu sadece. Durup dururken öfke nöbetlerine giriyor, tabakları
kırıp döküyor ve odada kendisiyle birlikte olanlara saldırmaya
başlıyordu. Birkaç doktor kendisine zihinsel olarak hasta teşhisi koydu.
Ömür boyu bir akıl hastanesinde kalması öneriliyordu Helen’in. Ailesi
ise kızlarının zihinsel olarak hasta olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi.
Küçük kız beş yaşından sonra kendisinin diğer insanlardan farklı
olduğunu anlamaya başladı.. Düşünebildiği, hissedebildiği halde
görememek, duyamamak ve konuşamamak onu çileden çıkarıyor, kendisine
dayanılmaz acılar veriyordu. Sağı solu tekmeliyor, çığlık atıyor,
kendisine yaklaşanları ısırıyordu.
Öğretmeniyle yeniden doğdu..
3 Mart 1887 de küçük kız yeniden doğdu adeta. Artık yedi yaşındaydı.
Ailesi Helen’e özel öğretmenlik yapması için genç bir bayan eğitmen
tuttu. Anne Sullivan. Anne Sullivan anne ve babasını kaybetmiş ve
kimsesizler yurdunda büyümüştü. Beş yaşında görme yetisini büyük ölçüde
yitirmişti; ancak daha sonra geçirdiği iki operasyon sonucu normal
baskıda hazırlanmış bir kitabı okuyabilecek kadar görebiliyordu.
Anne Sullivan Helen’le iletişim kurabilmek için ona parmaklarla yazmayı
öğreterek başladı işe. Helen için bir oyuncak getirmişti yanında. Bu
hediye oyuncağı işaret etmek için oyuncak anlamına gelen “doll”
sözcüğünü Helen’in avucuna parmaklarıyla yazdı. Helen avuçlarının içinde
öğretmeninin parmaklarını hissedebiliyor, parmaklarıyla yazdıklarını
tekrar edebiliyor ama yazdıklarının ne anlama geldiğini anlayamıyordu
henüz.
Bir gün Helen’in elini akan musluğun altına tuttuğu bir anda öğretmeni
Anne Sullivan da diğer eline “su” sözcüğünün harflerini yazdı. İşte bu
andan sonra müthiş bir gelişme başladı. Helen bir elinde hissettiği
serin suyla diğer elinde hissettiği parmakların yazdığı “su” sözcüğünü
ilişkilendirebilmişti. Bundan sonra müthiş bir gelişme başladı. Ansızın
ortaya çıkan bu kıvılcımla dünyanın kapıları küçük kıza ardına kadar
açıldı. Hocasından eline geçirdiği her şeyi kendisine hecelemesini
istiyordu. Artık sözcükleri ve yazılımlarını büyük bir hız ve hevesle
öğrenebiliyordu.
Helen Keller 1888’de Körler Enstitüsüne başvurdu. 1890’da konuşmayı
öğrendi ve 1894 yılında New York’taki körler okuluna gitti. Redcliffe
Kolejine başladığında Almanca ve Latince biliyordu. Daha sonra Fransızca
ve Rusça öğrendi. Artık spor yapabiliyor, ata binebiliyor ve kağıt
oyunlarını başarıyla oynuyordu.
Pedagoji eğitimi aldı ve 1904 yılında 24 yaşına geldiğinde o artık
üniversiteden mezun ilk sağır ve kör kişiydi. Mücadelesini “Her şey su
ile Başladı” isimli kitabında anlattı.
Parmak uçlarıyla Tanıdığı Yaşamı Bizden Daha İyi Tanıdı
H. Keller ışık ve sesten mahrum bir duyu hayatına sahipti; ama diğer
algıları öyle güçlüydü ki karşısındaki insanın kişiliğini bile
tartabilirdi. Kendisine gece ve gündüzü nasıl ayırt ettiği sorulduğunda
şöyle cevap vermişti: gündüz hava ve kokular daha hafiftir.
Mark Twain 19. yy. ın iki büyük kişisinden biri olarak tanımladığı
Keller’in örnek yaşamı 1968’de sona erdi. Helen Keller hayatı parmak
uçlarıyla tanımıştı; ama eminiz ki hayat hakkında bizden çok daha fazla
şey biliyordu.
Coşkun BOZKURT
GERİ DÖN
3 Yorum -
Yorum Yaz